Renova Torbalı Psikolog
Scrolling Text Section
Psikoloji Eğitimi ve Uzmanlık Alanları: Geleceğin Ruh Sağlığı Uzmanları Psikolojinin Büyükleri: Freud, Jung, Skinner ve Beck Tanzanya’dan Türkiye’ye: Psikolojiye Genel Bir Bakış İnsanın Uzayda Yaşam Hayali: Psikanalitik Bir Bakış Açısı Harp Bitti, Psikolojik Harp Başlıyor: Ülkesine Dönen Suriyeli'leri Psikolojik Açıdan Neler Bekliyor? Koronavirüs Anksiyetesi ve Covid-19 Kontrol Algısının Kişilik ve Kimi Demografiklerle İlişkisinin İncelenmesi
Document Berkant Uslu - DoktorTakvimi.com

Psikolojide Nörobilim ve Beyin Araştırmaları

Psikolog Berkant Uslu | 22 Oca 2025, 13:13

Nörobilim, beynin yapısını, işlevlerini ve sinir sisteminin insan davranışı üzerindeki etkilerini inceleyen disiplinler arası bir bilim dalıdır. Psikoloji ile nörobilim arasındaki ilişki, insan davranışlarının ve zihinsel süreçlerin altında yatan sinirsel mekanizmaları anlamada önemli bir köprü oluşturur. Bu makalede, psikolojide nörobilim ve beyin araştırmalarının temel konuları ele alınacak ve son yıllardaki önemli bulgulara dayalı bilgiler sunulacaktır.


Beyin ve Psikolojik Süreçler

Beyin, davranışların ve zihinsel süreçlerin merkezidir. Beyin araştırmaları, beynin farklı bölgelerinin çeşitli psikolojik süreçlerde nasıl rol oynadığını ortaya koymuştur. Örneğin:

• Prefrontal Korteks: Karar verme, planlama, sosyal davranışlar ve dürtü kontrolünden sorumlu bir bölgedir. Prefrontal korteksin zayıf işleyişi, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ve dürtü kontrol bozuklukları gibi psikiyatrik durumlarla ilişkilendirilmiştir.
• Limbik Sistem: Duygusal düzenleme ve hafıza süreçlerinde kilit rol oynar. Özellikle amigdala, korku ve diğer yoğun duygusal tepkilerle ilişkilidir. Hipokampus ise öğrenme ve hafıza süreçlerinde kritik bir işleve sahiptir.


Sinirsel Plastikite ve Psikoterapi

Sinirsel plastikite, beynin yapısal ve işlevsel olarak değişebilme kapasitesidir. Günümüzde nörobilim, psikoterapilerin beyin üzerindeki etkilerini de incelemektedir. Örneğin, bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve mindfulness uygulamalarının, sinirsel bağlantıları güçlendirerek stres yönetiminde etkili olduğu gösterilmiştir. Bu durum, psikoterapilerin beyindeki nöroplastisiteyi artırarak hem psikolojik hem de fizyolojik iyilik halini nasıl destekleyebileceğini ortaya koymaktadır.


Beyin Araştırmalarında Kullanılan Yöntemler

1. Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRI): Beyindeki kan akışını izleyerek hangi bölgelerin aktif olduğunu tespit eder. fMRI, depresyon, kaygı ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi durumlarda beynin nasıl işlediğine dair önemli bilgiler sağlamıştır.
2. Elektroensefalografi (EEG): Beyin dalgalarını ölçer ve bilişsel süreçlerin zamanlaması hakkında bilgi verir. Özellikle uyku ve dikkat bozuklukları gibi durumların incelenmesinde kullanılır.
3. Nöromodülasyon Teknikleri: Transkraniyal manyetik stimülasyon (TMS) ve transkraniyal doğru akım stimülasyonu (tDCS) gibi yöntemler, beyin işlevlerini doğrudan modüle etmek için kullanılmaktadır.


Psikolojik Bozukluklarda Nörobilimsel Yaklaşımlar

Nörobilim, psikolojik bozuklukların biyolojik temellerini anlamada büyük bir ilerleme sağlamıştır:


1. Depresyon

Depresyon, nörotransmitter düzeylerindeki dengesizliklerle yakından ilişkilidir. Serotonin, dopamin ve norepinefrin seviyelerindeki düşüklük, depresyonun temel biyolojik göstergeleri arasındadır.

• Hipokampus Hacmi: Araştırmalar, kronik depresyonu olan bireylerde hipokampus hacminin küçüldüğünü göstermektedir. Bu durum, depresyonun öğrenme, hafıza ve duygusal düzenleme üzerindeki etkilerini açıklar.
• Tedavi: Transkraniyal manyetik stimülasyon (TMS) ve ketamin tedavileri, nörotransmitter dengesizliklerini düzeltmekte umut vaat etmektedir.


2. Kaygı Bozuklukları

Kaygı bozuklukları, beyindeki amigdala ve prefrontal korteks arasındaki dengesizlikten kaynaklanmaktadır.
• Amigdala Aktivitesi: Kaygı bozukluğu olan bireylerde, amigdalanın aşırı aktif olduğu tespit edilmiştir. Bu, tehlike algısının artmasına ve kişinin sürekli tehdit altında hissetmesine neden olur.
• Tedavi: Bilişsel davranışçı terapi (BDT), prefrontal korteksi güçlendirerek bu dengesizliği düzeltmeye yardımcı olabilir.


3. Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB)

OKB, beyindeki kortiko-striato-talamo-kortikal (CSTC) devredeki aşırı aktivite ile ilişkilendirilir.
• Beyin Devreleri: Bazal gangliyonların ve anterior singulat korteksin aşırı aktif olduğu gösterilmiştir. Bu durum, takıntılı düşünceler ve tekrarlayan davranışlarla ilişkilendirilmiştir.
• Tedavi: TMS ve seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'lar) tedavide etkili bulunmaktadır.


4. Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)

TSSB, travmatik olayların ardından gelişen, yoğun stres ve kaygı ile karakterize bir bozukluktur.
• Amigdala ve Prefrontal Korteks: Amigdala aktivitesinde artış ve prefrontal korteksin baskılayıcı etkisinde azalma, TSSB'nin temel mekanizmalarındandır.
• Tedavi: Göz hareketleriyle duyarsızlaştırma ve yeniden işleme (EMDR) terapisi, nörobilimsel temellere dayalı etkili bir yöntemdir.


5. Bipolar Bozukluk

Bipolar bozuklukta, duygudurumun aşırı değişimleri beyindeki nörotransmitter dengesizliklerinden kaynaklanır.
• Beyin Alanları: Bipolar bozuklukta prefrontal korteksin aktivitesi azalırken, limbik sistemde aşırı bir aktivite gözlenir.
• Tedavi: Lityum ve antikonvülzan ilaçlar, bu dengesizlikleri düzenlemede yaygın olarak kullanılmaktadır.


6. Şizofreni

Şizofreni, beynin birçok bölgesini etkileyen karmaşık bir nörolojik bozukluktur.
• Nörotransmitterler: Dopamin hiperaktivitesi, şizofreninin pozitif semptomları (halüsinasyonlar ve sanrılar) ile ilişkilendirilmiştir.
• Beyin Yapıları: Şizofrenide, beyindeki gri madde hacminin azaldığı ve prefrontal korteksin işlevinin bozulduğu bulunmuştur.
• Tedavi: Dopamin dengesini hedef alan antipsikotik ilaçlar, şizofreninin temel tedavi yöntemlerinden biridir.


7. Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB)

OSB, sosyal etkileşim, iletişim ve tekrarlayıcı davranışlarla ilişkili bir nörogelişimsel bozukluktur.
• Beyin Bağlantıları: Beyindeki aşırı bağlantı yoğunluğu veya belirli bölgelerdeki azalmış bağlantılar, OSB ile ilişkilidir.
• Tedavi: Erken müdahale terapileri ve nörofeedback uygulamaları, sinirsel adaptasyonu destekleyebilir.


8. Yeme Bozuklukları (Anoreksiya ve Bulimiya)

Yeme bozuklukları, duygusal düzenleme ile ilgili beyin bölgelerindeki disfonksiyonlarla ilişkilendirilir.
• Beyin Alanları: Özellikle insula ve anterior singulat korteks, açlık ve tokluk sinyallerinin algılanmasında rol oynar.
• Tedavi: Nörobilimsel temellere dayalı bilişsel terapiler ve TMS, yeme bozukluklarının tedavisinde umut vericidir.


9. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB)

DEHB, dopamin ve norepinefrin düzeylerindeki dengesizlikle ilişkilendirilir.
• Prefrontal Korteks: Dürtü kontrolü ve dikkat düzenleme ile ilgili sorunların temelinde, prefrontal korteksin zayıf işleyişi yer alır.
• Tedavi: Uyarıcı ilaçlar (örneğin metilfenidat), dikkat düzenlemede etkili bir yöntemdir.


Nörobilimin Psikolojideki Geleceği

Gelecekte nörobilim, daha bireyselleştirilmiş tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine öncülük edecektir. Örneğin:
• Genetik ve Epigenetik Araştırmalar: Bireylerin genetik yapılarının psikolojik bozukluklara yatkınlığı üzerindeki etkisini anlamak, tedavi yaklaşımlarını daha etkili hale getirebilir.
• Nöroteknoloji: Beyin-makine arayüzleri, zihinsel sağlık sorunlarına yönelik inovatif çözümler sunma potansiyeline sahiptir.


Psikolojide nörobilim ve beyin araştırmaları, insan davranışlarının biyolojik temellerine dair önemli bilgiler sunmaktadır. Bu çalışmalar, psikolojik bozuklukların daha iyi anlaşılmasını sağlamakla kalmayıp, bireyselleştirilmiş tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine de katkıda bulunmaktadır. Nörobilimsel yaklaşımlar, gelecekte psikoloji alanında daha büyük bir rol oynayacak gibi görünmektedir.

• Mayberg, H. S. (2005). "Defining neurocircuits in depression: strategies toward treatment selection." Biological Psychiatry, 58(8), 641-650.

• Depresyonun biyolojik temelleri ve tedavi yöntemleri üzerine.

• Pessoa, L. (2008). "On the relationship between emotion and cognition." Nature Reviews Neuroscience, 9(2), 148-158.

• Duygusal ve bilişsel süreçlerin beyindeki etkileşimi üzerine bir inceleme.

• Insel, T. R. (2010). "Rethinking schizophrenia." Nature, 468(7321), 187-193.

• Şizofreninin nörobilimsel açıklamalarına yönelik önemli bir makale.

• Davidson, R. J., & McEwen, B. S. (2012). "Social influences on neuroplasticity: Stress and interventions to promote well-being." Nature Neuroscience, 15(5), 689-695.

• Stres ve nöroplastisite arasındaki ilişki üzerine bir inceleme.

• Volkow, N. D., & Morales, M. (2015). "The brain on drugs: From reward to addiction." Cell, 162(4), 712-725.

• Beyin ödül sistemleri ve bağımlılık üzerine.

Psikologların Çalışma Alanları

Psikolog Berkant Uslu | 21 Oca 2025, 15:16

Psikoloji, bireylerin davranışlarını, düşüncelerini ve duygularını inceleyen bir bilim dalıdır. Psikologlar bu alanın uzmanları olarak, insanı anlamaya ve onun yaşam kalitesini artırmaya yönelik çalışmalar yürütürler. Ancak, psikologların mesleki yelpazesi sadece bireylerle terapi yapmaktan çok daha geniştir. Bu yazıda, psikologların çalışabileceği alt alanları, bu alanlarda ütebileceği rolleri ve kariyer hedeflerini detaylıca inceleyeceğiz.


1. Klinik Psikoloji

Tanım: Klinik psikologlar, ruh sağlığı sorunlarının tanısı ve tedavisi üzerine yoğunlaşırlar.
Görevler:
• Depresyon, kaygı bozuklukları, travma gibi sorunları tedavi etmek.
• Psikoterapi yöntemleri kullanarak bireylerin yaşam kalitesini artırmak.
• Psikolojik testler uygulamak ve değerlendirmeler yapmak.

Çalışma Alanları:
• Hastaneler
• Ruh sağlığı merkezleri
• Özel klinikler


2. Endüstriyel ve Örgüt Psikolojisi

Tanım: Bu alan, şirketlerde çalışan verimliliğini artırma ve çalışan memnuniyetini sağlama amacı güter.
Görevler:
• İşletmelerde çalışan davranışlarını analiz etmek.
• Performans değerlendirme sistemleri geliştirmek.
• İş yeri strese yönelik çözümler önermek.

Çalışma Alanları:
• Şirketler ve kurumlar
• İnsan kaynakları departmanları
• Danışmanlık firmaları


3. Eğitim Psikolojisi

Tanım: Eğitim psikologları, bireylerin eğitim süreçlerini desteklemek üzerine çalışir.
Görevler:
• Öğrencilerin öğrenme becerilerini geliştirmek.
• Öğrenciye yönelik bireysel çalışma planları hazırlamak.
• Eğitim kurumlarında rehberlik hizmetleri sağlamak.

Çalışma Alanları:
• Okullar ve eğitim kurumları
• Rehberlik ve Araştırma Merkezleri (RAM)
• Özel eğitim merkezleri


4. Adli Psikoloji

Tanım: Adli psikologlar, hukuk sistemine psikolojik bilgiler sunar.
Görevler:
• Suçluların davranışlarını analiz etmek.
• Mahkeme süreçlerinde tanık ve sanıkları değerlendirmek.
• Cezai sorumluluğu değerlendirmek.

Çalışa Alanları:
• Adalet Bakanlığı
• Cezaevleri
• Polis ve jandarma birimleri


5. Sağlık Psikolojisi

Tanım: Fiziksel sağlık ve psikolojik iyi oluş arasındaki ilişkileri inceleyen bir alandır.
Görevler:
• Kronik hastalıklara sahip bireylerin psikolojik destek ihtiyaçlarını karşılamak.
• Sağlıklı yaşam davranışlarını teşvik etmek.
• Psikolojik destek grupları oluşturmak.

Çalışa Alanları:
• Hastaneler
• Rehabilitasyon merkezleri
• Halk sağlığı kurumları


6. Spor Psikolojisi

Tanım: Sporcuların mental dayanıklılık ve performanslarını artırma üzerine çalışan bir alandır.
Görevler:
• Sporcuların motivasyonunu artırmak.
• Yarışma öncesi kaygı yönetimi sağlamak.
• Takım dinamiklerini geliştirmek.

Çalışa Alanları:
• Spor kulüpler
• Olimpiyat komiteleri
• Bireysel sporcular


7. Nöropsikoloji

Tanım: Beyin ve davranış arasındaki ilişkileri inceleyen bir alt daldır.
Görevler:
• Hafıza, dikkat ve öğrenme sorunlarını değerlendirmek.
• Beyin travmalarından sonra rehabilitasyon süreci yönetmek.
• Nöropsikolojik testler uygulamak.
Çalışa Alanları:
• Hastanelerin nöroloji bölümleri
• Araştırma merkezleri

• Özakkaş, T. (n.d.). Klinik psikoloji: Bir modern sağlık uzmanlık alanı. Kitapyurdu. https://www.kitapyurdu.com/kitap/klinik-psikoloji-bir-modern-saglik-uzmanlik-alani/311478.html

• Tokimeslek. (n.d.). Psikolojinin çalışma alanları. MEB. https://tokimeslek.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/65/10/758623/dosyalar/2020_11/16162147_12._SYnYf_SaYlYk_Psikolojisi.pdf

• İUPCD. (n.d.). Psikoloji çalışmaları. Dergipark. https://dergipark.org.tr/tr/pub/iupcd

• Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi. (n.d.). Türkiye'de psikologların çalışma alanları. https://dosyalar.nevsehir.edu.tr/9c07d6f63a910bc6ab279d7210b33ab8/ek-4-psikologlarin-calisma-alanlari.pdf

• Psikoloji Arşivi. (n.d.). Psikologların önerdiği 30 psikoloji kitap önerisi. https://www.psikolojiarsiv.com/psikoloji-kitaplari/

• Tamadres. (n.d.). Psikolog ve psikolog adaylarının mutlaka okuması gereken 7 kitap. https://tamadres.com/blog/yazi/psikolog-ve-psikolog-adaylarinin-mutlaka-okumasi-gereken-7-kitap

• Kumbul Güler, B. (2016). Geçmişten günümüze çalışma psikolojisi. ResearchGate. https://www.researchgate.net/profile/Burcu_Kumbul_Guler/publication/301694214_GECMISTEN_GUNUMUZE_CALISMA_PSIKOLOJISI/links/5723179908ae262228a7d4e9.pdf

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)

Psikolog Berkant Uslu | 20 Oca 2025, 15:22

Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), kişinin hayatını tehdit eden, cinsel saldırıya uğrama, ağır yaralanma veya ölüm gibi travmatik deneyimlere maruz kaldıktan sonra gelişen bir psikolojik rahatsızlıktır. Bu bozukluk, yaşanan travmanın etkisiyle kişide psikolojik, fizyolojik ve sosyal anlamda önemli değişikliklere yol açabilir. TSSB’nin tedavisinde psikoterapi, bireylerin iyileşme süreçlerinde büyük rol oynamaktadır. Bu yazıda TSSB’nin nedenleri, semptomları, etkileri ve tedavi süreci hakkında detaylı bir bakış sunacağız.


TSSB'ye Neden Olan Durumlar

TSSB, çeşitli travmatik olaylara maruz kalma sonucunda gelişebilir. Bu olaylar arasında şunlar bulunur:

1. Doğrudan Travma: Kişinin kendisinin ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalması, ciddi bir kaza veya doğal felaket gibi olaylar.
2. Başkalarının Travmalarına Tanıklık Etme: Bir başkasının şiddetli yaralanmalarına veya ölümüne şahit olmak.
3. Aile veya Yakın Arkadaşların Başına Gelen Travmalar: Aile bireylerinin veya yakın arkadaşlarının ciddi bir tehlikeye girmesi ya da yaşamını kaybetmesi.
4. İşle İlgili Travmalar: Örneğin, bir polis memurunun sürekli olarak şiddet içeren olaylara tanıklık etmesi gibi, iş ile ilgili travmatik deneyimler.


TSSB’de Görülen Psikolojik ve Fizyolojik Semptomlar

TSSB’deki psikolojik semptomlar, kişinin yaşadığı travmanın tekrar tekrar zihninde canlanması, korkular ve olumsuz düşüncelerle bağlantılıdır. Bu semptomlar şunlardır:

• Yineleyici Anılar ve Düşler: Kişi, travmatik olayları sık sık düşünür, bu olayların içeriği rüyalarında tekrar eder.
• Duygusal Donukluk ve Kopma: Kişi, normalde hoşlandığı etkinliklere ilgi kaybeder, çevresindekilere karşı yabancılaşma hissi yaşayabilir.
• Aşırı Uyarılma: Kişi sürekli tetikte olur, hızlı sinirlenir, uyku sorunları yaşayabilir.
Fizyolojik semptomlar ise genellikle vücutta yoğun bir gerilim ve stres tepkileri olarak kendini gösterir:
• Kalp Çarpıntıları ve Terleme: Travma sonrası kişide fiziksel stres reaksiyonları artar.
• Kronik Yorgunluk: Uyku bozuklukları ve sürekli bir gerginlik hali, bedensel olarak yorulmaya yol açar.
• Kas Gerilmesi ve Ağrılar: Vücutta sürekli bir kasılma hali, ağrılara neden olabilir.


TSSB’nin Sosyal, Aile ve İş Hayatına Etkileri

TSSB, bireylerin sosyal yaşamlarını, aile ilişkilerini ve iş yaşamlarını ciddi şekilde etkileyebilir. Bu etkiler şunları içerir:

• Sosyal İzolasyon: Travma sonrası kişi, sosyal ortamlardan uzaklaşabilir, insanlarla sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanabilir.
• Aile İlişkilerindeki Zorluklar: Aile üyeleri, bireyin yaşadığı zorlukları anlamakta güçlük çekebilir, bu da aile içinde çatışmalara yol açabilir.
• İş Hayatındaki Zorluklar: TSSB, kişinin iş yerinde verimliliğini düşürebilir, konsantrasyon eksiklikleri ve aşırı gerginlik nedeniyle iş performansı azalabilir.


TSSB’nin Nöropsikolojik Hikayesi

TSSB’nin nöropsikolojik hikayesi, travma sonrası beyin işlevlerinde gözlemlerle bağlantılıdır. Travma, beynin özellikle amigdala, hipokampus ve prefrontal korteks gibi alanlarını etkileyebilir. Amigdala, korku ve tehdit algısında önemli bir rol oynar. Travma sonrası, bu alanlar arasındaki iletişimde bozulmalar yaşanabilir. Hipokampus, anıların işlenmesinde kritik bir rol oynar ve travma sonrası bozulmalar, kişinin olayları doğru bir şekilde hatırlamasını zorlaştırabilir.


Psikoterapinin TSSB Tedavisindeki Rolü

TSSB tedavisinde psikoterapi önemli bir yer tutar. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) gibi terapiler, travmanın etkilerini azaltmada etkili olabilir. Bu terapiler, kişilerin olumsuz düşüncelerini ve duygusal yanıtlarını yeniden yapılandırmalarına yardımcı olur. Ayrıca, bireylerin travma ile başa çıkma becerilerini geliştirmeleri sağlanır.

1. Alvarado, S. E., & Harris, S. L. (2018). Cognitive-behavioral interventions for posttraumatic stress disorder. Journal of Clinical Psychology, 74(7), 1131-1142. https://doi.org/10.1002/jclp.22687

2. Bryant, R. A., & Harvey, A. G. (2019). Posttraumatic stress disorder: A comprehensive review of theory and treatment. Clinical Psychology Review, 68, 65-85. https://doi.org/10.1016/j.cpr.2018.11.003

3. Chu, J. A., & Dill, S. L. (2020). Trauma and the family: Implications for treatment. Family Process, 59(2), 337-351. https://doi.org/10.1111/famp.12455

4. Holmes, E. A., & Matthews, A. (2018). Cognitive therapy for posttraumatic stress disorder: New directions and approaches. Behaviour Research and Therapy, 110, 60-70. https://doi.org/10.1016/j.brat.2018.08.004

5. Lee, S. D., & Kim, S. R. (2021). Neurological basis of posttraumatic stress disorder: Insights from brain imaging. Neuropsychopharmacology Reviews, 16(3), 225-235. https://doi.org/10.1016/j.npr.2021.03.004

6. Rothbaum, B. O., & Foa, E. B. (2020). Posttraumatic stress disorder: Innovations in assessment and treatment. American Journal of Psychotherapy, 74(3), 227-237. https://doi.org/10.1176/appi.psychotherapy.2020.020420

7. Shapiro, F., & Maxfield, L. (2020). EMDR and the treatment of posttraumatic stress disorder. Journal of EMDR Practice and Research, 14(2), 90-102. https://doi.org/10.1891/EMDR-D-20-00034

8. van der Kolk, B. A., & Courtois, C. A. (2018). Treating complex posttraumatic stress disorder. Journal of Traumatic Stress, 31(3), 405-413. https://doi.org/10.1002/jts.22235

9. Wessa, M., & Flor, H. (2019). Neural mechanisms of posttraumatic stress disorder: Insights from neuroimaging. Biological Psychiatry, 85(5), 342-351. https://doi.org/10.1016/j.biopsych.2018.08.023

10. Wilson, J. P., & Keane, T. M. (2021). Assessing trauma and posttraumatic stress disorder: A manual for clinicians. Guilford Press.

Bipolar Bozukluk: Yaşamı Nasıl Etkiler?

Psikolog Berkant Uslu | 18 Oca 2025, 15:51

Bipolar bozukluk, bireylerin duygusal dalgalanmalarını, enerji seviyelerini ve genel yaşam şekillerini derinden etkileyebilen ciddi bir ruh sağlığı sorunudur. Bu yazıda, bipolar bozukluğun tanı kriterlerini, Türkiye'deki görülme sıklığını, tedavi yöntemlerini ve özellikle Bilişsel Davranışçı Terapi'nin (BDT) bu bozuklukta nasıl kullanıldığını inceleyeceğiz.


Bipolar Bozukluk Tanı Kriterleri

DSM-5'e göre, bipolar I bozukluk tanısı koyabilmek için bireylerin yaşamlarında en az bir mani dönemi yaşamış olmaları gerekir. Şu kriterler mani dönemini tanımlar:


1. Kabarmış, taşkın ya da kolayca kızan bir duygudurumun, olağanüstü bir enerji artışıyla bir arada en az bir hafta süreyle devam etmesi.
2. Belirtiler arasında şu davranışlardan en az üçünün (ya da çabuk kızan bir duygudurumda dördünün) bulunması gerekir:
o Abartılı benlik saygısı veya büyüklük düşünceleri
o Uyku ihtiyacında belirgin bir azalma
o Aşırı konuşma veya konuşma baskısı
o Düşünce hızlılığı veya düşünce yarışmaları
o Dikkat dağınıklığı
o Amaca yönelik etkinliklerde artış veya ajitasyon
o Riskli davranışlara yatkınlık (aşırı para harcama, düşüncesizce cinsel giriflimlerde bulunma vb.)


Mani döneminin yanı sıra hipomani ve depresif dönemler de bipolar bozukluğun seyri içinde sık görülür. Bu dönemlerde belirtiler daha hafif olabilmekle birlikte bireyin yaşam kalitesini önemli ölçüede etkiler.


Türkiye’de Bipolar Bozukluk

Bipolar bozukluğun Türkiye'deki görülme sıklığı yaklaşık %1-2 arasında değişmektedir. Ancak, tanılanmamış vakalar ve stigmatizasyon sebebiyle bu oran daha yüksek olabilir. Bipolar bozukluk, genellikle genetik yatkınlık ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonu sonucu ortaya çıkar.


Tedavi Yöntemleri

Bipolar bozuklukta tedavi, hem ilaç hem de terapi yöntemlerini kapsayan büyük bir özen gerektirir. Tıbbi tedaviler genellikle duygudurum düzenleyiciler, antipsikotik ilaçlar ve bazen antidepresanlardan oluşur. Ancak, tıbbi tedavinin etkili olabilmesi için terapi ile desteklenmesi kritik bir öneme sahiptir.


Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve Bipolar Bozukluk

BDT, bipolar bozukluğun tedavisinde çok etkin bir terapi yöntemidir. Bu terapi yöntemi, bireyin düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını fark etmesine ve bunları daha sağlıklı yönetmesine yardımcı olur. Şu uygulamalar, BDT'nin bipolar bozukluktaki kullanım alanlarına örnek verilebilir:

1. Düşünce Yeniden Yapılandırma: Olumsuz otomatik düşünceler yerine daha gerçekçi ve pozitif düşüncelerin geliştirilmesi hedeflenir.
2. Duygu Düzenleme: Bireylerin duygusal dalgalanmaları fark edip başa çıkma becerilerini geliştirmesi sağlanır.
3. Rutin Oluşturma: Uyku düzeni, beslenme ve fiziksel aktivite gibi günlük rutinlerin düzenlenmesi, mani ve depresyon dönemlerinin şiddetini azaltmaya yardımcı olabilir.
4. Relaps Önleme: Kışın belirtilerini tanıması ve bu belirtiler ortaya çıkmadan önce harekete geçmesi desteklenir.


Sonuç

Bipolar bozukluk, bireyin yaşamını pek çok yönden etkileyen karmaşık bir ruh sağlığı sorunudur. Doğru tanı, tıbbi tedavi ve BDT gibi terapilerle bireylerin bu bozuklukla yaşam kalitesini yükseltmeleri mümkün hale gelir. Erken tanı ve doğru yaklaşımla, bireylerin yaşamlarına anlam katmaları ve daha dengeli bir yaşam sürmeleri desteklenebilir.

Dual Eğitim ve Danışmanlık. (t.y.). Bipolar I Bozukluğu.
DUAL PSIKOLOJI

Çakır, S. (2018). Türkiye'de 2 milyon kişide bipolar bozukluk var.
SIBEL ÇAKIR

Florence Nightingale Hastaneleri. (t.y.). Bipolar Bozukluk Nedir? Nasıl Tedavi Edilir?.
TÜRKIYE PSIKIYATRI DERNEĞI

Özdel, K., & Tüzer, T. (2014). Türkiye'de Bipolar Bozukluk. Turkish Journal of Psychiatry, 25(1), 1-10.

Bilişsel Davranışçı Terapi: Temelleri ve Ötesi

Psikolog Berkant Uslu | 17 Oca 2025, 15:06

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), bireylerin düşünce, duygu ve davranışlarının birbirleriyle nasıl ilişki içinde olduğunu anlamalarını sağlayan etkili bir psikoterapi yöntemidir. Temelleri, kişinin yaşadığı olayları algılama ve değerlendirme biçiminin, duygusal ve davranışsal tepkilerini şekillendirdiği anlayışına dayanır. Bu yaklaşım, danışanların işlevsel olmayan düşünce kalıplarını fark etmelerine, alternatif ve daha gerçekçi düşünce biçimleri geliştirmelerine yardımcı olmayı hedefler.


Olay, Düşünce, Duygu ve Davranışın Etkileşimi

BDT'nin temel prensiplerinden biri, bir olayın kendisinin değil, olaya yüklenen anlamın bireyin duygusal ve davranışsal tepkilerini şekillendirdiğidir. Örneğin, bir arkadaşınız "Merhaba" demeden yanınızdan geçerse, bunu "Bana kızgın" (düşünce) olarak yorumlayabilirsiniz. Bu yorum sonucunda kendinizi üzgün (duygu) hissedebilir ve o kişiden uzak durmaya (davranış) karar verebilirsiniz.
Ancak, aynı olayı "Beni fark etmedi" şeklinde yorumlamak, daha nötr bir duygusal tepkiye yol açabilir ve davranışlarınızı etkilemeyebilir. Bu tür durumlarda, düşüncenin duygular ve davranışlar üzerindeki etkisi açıkça görülmektedir.


Olumsuz Otomatik Düşüncelerin Yakalanması ve Gerçekçi Alternatiflerin Geliştirilmesi

Olumsuz otomatik düşüncelerin fark edilmesi, kolay olmayan ancak son derece değerli bir beceridir. Bu düşüncelerin fark edilmesi için bireyin kendini gözlemleme ve kaydetme alışkanlığı kazanması gereklidir. Yukarıdaki örnek üzerinden gidersek, "Bana kızgın" düşüncesi yerine "Beni fark etmemiş olabilir" gibi daha gerçekçi bir alternatif düşünce oluşturulduğunda, kişinin hem duygusal hem de davranışsal tepkileri değişecektir. Bu tür değişimlerin uzun vadede bireyin yaşam kalitesini artırdığı bilinmektedir.


Bilişsel Çarpıtmalar ve İnanç Sistemleri

Olumsuz otomatik düşünceler genellikle bilişsel çarpıtmalardan kaynaklanır. Bilişsel çarpıtmalar, düşünce süreçlerinde ortaya çıkan sistematik hatalardır ve şunlar arasında yer alabilir:

• Aşırı genelleme: "Hep başarısız olurum."
• Felaketleştirme: "Bu sınavı geçemezsem hayatım biter."
• Zihin okuma: "O kişi beni kesinlikle sevmiyor."
• Olumluyu göz ardı etme: "Başardım ama bu zaten kolaydı."

Bu çarpıtmalar, ara inançlar ve temel inançlarla da ilişkili olabilir. Ara inançlar, "Eğer yeterince çalışmazsam, başarısız olurum" gibi şartlı inançlardan oluşurken, temel inançlar daha derin düzeyde yer alır ve "Ben yetersiz biriyim" gibi bireyin kendilik algısını etkileyen düşünceleri içerir.


Terapistin Rolü ve Teknikleri

BDT'de terapistin ana hedefi, danışanı kendi kendisinin terapisti olacak şekilde donatmaktır. Terapistler, düşünce günlükleri, davranışsal deneyler ve bilişsel yeniden yapılandırma gibi teknikler kullanarak bireylere bu becerileri öğretir. Terapide, seans dışı aktiviteler ve psikoeğitimler önemli bir yer tutar. Bu yöntemler, bireyin terapi sürecine aktif katılımını teşvik eder ve günlük yaşamda karşılaştığı zorluklarla daha etkili bir şekilde başa çıkmasını sağlar.


Etik İlkeler

BDT, etik ilkelere sıkı bir şekilde bağlı kalınarak uygulanır. Terapistlerin rehber aldığı bazı temel ilkeler şunlardır:

• Gizlilik İlkesi: Danışanın paylaştığı bilgilerin üçüncü kişilerle paylaşılmaması esastır.
• Yarar Sağlama İlkesi: Terapinin amacı, danışanın yaşam kalitesini artırmaktır.
• Zarar Vermeme İlkesi: Terapi sürecinde danışana zarar verebilecek uygulamalardan kaçınılır.

• Beck, A. T. (1976). Cognitive Therapy and the Emotional Disorders. Penguin Books.

• Ellis, A. (1994). Reason and Emotion in Psychotherapy. Birch Lane Press.

• Hofmann, S. G., Asnaani, A., Vonk, I. J., Sawyer, A. T., & Fang, A. (2012). The Efficacy of Cognitive Behavioral Therapy: A Review of Meta-analyses. Cognitive Therapy and Research, 36(5), 427-440.

Psikoloji Eğitimi ve Uzmanlık Alanları: Geleceğin Ruh Sağlığı Uzmanları

Psikolog Berkant Uslu | 16 Oca 2025, 11:04

Psikoloji, insan davranışlarını, düşüncelerini ve duygularını anlamayı amaçlayan geniş bir bilim dalıdır. Bu alanda eğitim almak, bireylerin zihinsel süreçlerini derinlemesine öğrenmek ve topluma fayda sağlamak için büyük bir adım atmak demektir. Psikoloji eğitimi, hem teorik bilgi hem de uygulamalı becerilerle donatılmış, multidisipliner bir süreçtir. Peki, bu eğitim yolculuğu nasıl başlar ve uzmanlık alanlarına nasıl ulaşılır? Gelin, birlikte inceleyelim.


Psikoloji Eğitiminin Temelleri


Psikoloji eğitimi, genellikle lisans düzeyinde başlar ve öğrenciler temel psikoloji teorileri, araştırma yöntemleri ve etik ilkeler gibi konuları öğrenirler. Lisans programında alınan derslerden bazıları şunlardır:


Gelişim Psikolojisi: İnsanların doğumdan ölüme kadar geçirdiği değişimlerin incelenmesi.


Klinik Psikolojiye Giriş: Ruh sağlığı bozukluklarını anlamak ve müdahale yöntemlerini öğrenmek.


Deneysel Psikoloji: Psikolojik fenomenleri bilimsel olarak araştırma teknikleri.


Sosyal Psikoloji: Bireylerin grup içindeki davranışlarını ve etkileşimlerini anlamak.


Lisans eğitimini tamamlayan öğrenciler, psikoloji alanında uzmanlaşmak için yüksek lisans ve doktora programlarına yönelebilirler.


Psikolojide Uzmanlık Alanları


Psikoloji, farklı alanlarda uzmanlaşma imkânı sunar. İşte bu uzmanlık alanlarından bazıları:


1. Klinik Psikoloji


Klinik psikologlar, bireylerin ruh sağlığı sorunlarını değerlendirir, teşhis koyar ve terapi yöntemleri uygular. Depresyon, anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu gibi rahatsızlıklarla çalışırlar. Klinik psikoloji, lisans sonrası yoğun bir eğitim ve uygulama süreci gerektirir.


2. Gelişim Psikolojisi


Gelişim psikologları, insan yaşamındaki fiziksel, bilişsel ve duygusal değişimleri inceler. Bebeklikten yaşlılığa kadar tüm yaşam evrelerini kapsayan bu alan, çocuk gelişimi, ergenlik sorunları veya yaşlılık psikolojisi gibi alt uzmanlıkları içerir.


3. Endüstri ve Örgüt Psikolojisi


Bu alanda uzmanlaşanlar, iş yerlerinde çalışanların verimliliğini, mutluluğunu ve genel iş ortamını iyileştirmeye yönelik çalışmalar yapar. İnsan kaynakları, liderlik ve motivasyon gibi konulara odaklanırlar.


4. Eğitim Psikolojisi


Eğitim psikologları, öğrenme süreçlerini ve eğitim sistemlerini analiz eder. Öğrencilerin akademik başarılarını artırmak için öğretmenlerle ve okullarla iş birliği yaparlar. Öğrenme güçlüğü ve özel eğitim konularında da çalışırlar.


5. Nöropsikoloji


Nöropsikologlar, beyin ile davranış arasındaki ilişkiyi araştırır. Travmatik beyin hasarları, Alzheimer hastalığı ve diğer nörolojik rahatsızlıklar üzerine çalışırlar. Bu alan, ileri düzey biyoloji ve tıp bilgisi gerektirir.


6. Spor Psikolojisi


Sporcuların zihinsel dayanıklılığını ve performansını artırmaya odaklanan bu alan, özellikle yüksek performans gerektiren spor dallarında oldukça talep görmektedir. Motivasyon, odaklanma ve stres yönetimi gibi konular üzerine çalışılır.


7. Adli Psikoloji


Adli psikologlar, hukuk sistemi ile psikoloji bilimini birleştirir. Suç davranışlarını analiz etmek, mahkemelerde tanıklık yapmak ve rehabilitasyon süreçlerine katkıda bulunmak gibi görevleri vardır.


Psikoloji Eğitiminin Geleceği


Teknolojinin gelişmesiyle birlikte psikoloji eğitiminde yapay zeka, sanal gerçeklik ve dijital terapi yöntemleri gibi yenilikler hızla yaygınlaşıyor. Bu durum, hem eğitimin içeriğini hem de uygulama alanlarını dönüştürüyor. Örneğin, çevrimiçi terapi platformları ve yapay zeka destekli ölçüm araçları, psikologların daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlıyor.

• American Psychological Association. (2020). Publication manual of the American Psychological Association (7th ed.). Washington, DC: Author.


• Schacter, D. L., Gilbert, D. T., Wegner, D. M., & Nock, M. K. (2020). Psychology (5th ed.). New York, NY: Worth Publishers.


• Smith, E. E., Nolen-Hoeksema, S., Fredrickson, B., & Loftus, G. R. (2017). Atkinson & Hilgard's introduction to psychology (16th ed.). London: Cengage Learning.


•Sternberg, R. J., & Sternberg, K. (2016). Cognitive psychology (7th ed.). Belmont, CA: Wadsworth.

Psikolojinin Büyükleri: Freud, Jung, Skinner ve Beck

Psikolog Berkant Uslu | 15 Oca 2025, 14:59

Psikoloji, insan zihnini ve davranışlarını anlamaya yönelik birçok farklı yaklaşım geliştirmiş bir bilim dalıdır. Bu alandaki bazı büyük isimler, kişilik gelişiminden ruhsal hastalıklara kadar geniş bir yelpazede teoriler ortaya atmışlardır. Bu yazıda, Freud, Jung, Skinner ve Beck’in önemli teorilerine, psikolojik bozuklukların nasıl ortaya çıktığına ve bu teorilerden türetilen terapi yöntemlerinin nasıl çalıştığına göz atacağız. Ayrıca, bu ünlü bilim insanlarının hayatlarından bazı şaşırtıcı anekdotlara da yer vereceğiz.
________________________________________
Sigmund Freud: Psikanaliz ve Bilinçdışı
Sigmund Freud psikolojinin babalarından biridir ve psikanaliz teorisinin kurucusudur. Freud, insanların davranışlarının büyük bir kısmının, farkında olmadığımız bilinçdışı süreçler tarafından şekillendirildiğini savunmuştur. Freud’a göre, kişilik üç ana bileşenden oluşur: İd (ilkel istekler ve dürtüler), Ego (gerçeklik ilkesine dayalı denetleyici güç) ve Süper Ego (ahlaki bilinç). Bu üç güç arasındaki dengenin bozulması, psikolojik bozukluklara yol açabilir.
Freud’a Göre Psikolojik Bozukluklar
Freud, psikolojik bozuklukları genellikle bilinçdışındaki bastırılmış düşünceler, arzular ve anıların yol açtığını belirtmiştir. Örneğin, bir kişi geçmişteki travmalarını unutmuş olsa da, bu travmaların etkisi bilinç dışı seviyede devam edebilir ve kaygı, depresyon gibi bozukluklara neden olabilir.
Psikanaliz Terapisi
Freud, psikoterapiyi "psikanaliz" olarak adlandırmıştır. Bu terapi türünde, danışanın bilinçdışındaki düşüncelerine ulaşabilmesi için serbest çağrışım yöntemi kullanılır. Bu, danışanın zihnindeki her şeyi, utanma veya korkma hissi olmadan açıkça ifade etmesi gerektiği bir süreçtir. Freud, ayrıca rüya analizini de kullanarak, bilinçdışındaki gizli anlamları ortaya çıkarmaya çalışmıştır.
Freud’un Hayatından İlginç Bir Anı
Freud, psikanaliz terapisini geliştirirken sık sık karşılaştığı zorluklardan biri, toplumun buna direnmesiydi. O dönemde psikoloji hala çok yeni bir alan olduğundan, Freud’un düşünceleri birçok kişi tarafından tuhaf ve tehlikeli olarak görülüyordu. Bir keresinde, Freud’un en yakın arkadaşı Carl Jung, ona bir gün şöyle demiştir: “Freud, eğer gerçekten insanları anlamak istiyorsan, önce kendini anlamalısın.” Bu söz, Freud’un çalışmalarında derinleşmesine yol açmış ve psikanalizi daha da geliştirmesine yardımcı olmuştur.
________________________________________
Carl Jung: Kolektif Bilinçdışı ve Arketipler
Carl Jung, Freud’un öğrencisi olarak başladığı kariyerinde, zamanla farklı bir yol izlemeye başlamıştır. Jung, insanların sadece kişisel bilinçdışına değil, kolektif bilinçdışına da sahip olduklarını öne sürmüştür. Kolektif bilinçdışı, tüm insanlık tarihinden gelen ve kültürler arasında ortak olan arketipleri içerir. Jung, insanları yalnızca bireysel geçmişlerine değil, kültürel ve evrimsel miraslarına dayalı olarak da anlamamız gerektiğini savunmuştur.
Jung’a Göre Psikolojik Bozukluklar
Jung, psikolojik bozuklukların genellikle gölge adı verilen, bireyin reddettiği ya da bastırdığı kişisel özelliklerden kaynaklandığını belirtmiştir. İnsanlar, kendi gölgelerini kabul etmediklerinde içsel bir çatışma yaşar ve bu durum kaygı, depresyon gibi sorunlara yol açabilir.
Jungian Terapi
Jung’un terapi yaklaşımı, bireyin içsel dünyasına dair daha derin bir farkındalık yaratmayı amaçlar. Arketipler ve gölge kavramları, kişilerin bilinçdışındaki çatışmalarını çözmelerine yardımcı olmak için kullanılır. Terapide rüya analizleri ve simgesel dil de oldukça önemli bir yer tutar.
Jung’un Hayatından İlginç Bir Anı
Jung, ilginç bir şekilde, bir keresinde bir hastasına sadece kendi rüyalarını değil, çevresindeki kültürel öğeleri de anlatmasını istemiştir. O hasta, Jung’a “Herkesin yaptığı rüyalarım var. Onlar çok sıradan” dediğinde, Jung ona şu cevabı vermiştir: “Bu rüyaların hepimizin bilinçdışında ortak olan bir parçasıdır.” Jung, bireysel psikolojiyle kültürel miras arasında bağlantı kurarak terapinin derinliğini arttırmayı hedeflemiştir.
________________________________________
B.F. Skinner: Davranışçılık ve Operant Koşullanma
B.F. Skinner, psikolojideki davranışçılık akımının önde gelen isimlerinden biridir. Skinner’a göre, insanlar ve diğer hayvanlar, öğrenme süreçlerinde çevresel faktörlere tepki verir. Operant koşullanma teorisini geliştiren Skinner, insanların çevrelerinden aldıkları ödüller ve cezalarla davranışlarını şekillendirdiğini savunmuştur.
Skinner’a Göre Psikolojik Bozukluklar
Skinner, psikolojik bozuklukların genellikle kişinin çevresinden aldığı yanlış ödüller veya cezalar nedeniyle ortaya çıktığını belirtmiştir. Örneğin, bir çocuk sürekli olarak sadece olumsuz davranışlar sergiliyorsa, bu davranışlar ödüllendirilirse (örneğin, huzur bulmak için sinirli davranışlar ödüllendirilirse), çocukta bu davranışlar kalıcı hale gelebilir.
Davranışsal Terapi
Skinner’ın teorisi, davranışsal terapi için temel bir dayanak oluşturmuştur. Bu terapide, bireylerin olumsuz davranışlarını değiştirmek için ödüller ve cezalar kullanılır. Davranışçı terapistler, kişilerin istenmeyen davranışlarını ortadan kaldırmaya yönelik olarak bu tür teknikleri uygularlar.
Skinner’ın Hayatından İlginç Bir Anı
Skinner, bir keresinde, kendi kızını küçük bir kutuya koyarak onun içinde nasıl davranışlar sergilediğini gözlemlemiştir. Bu kutuya “Skinner Kutusu” denir ve Skinner burada, ödüllerin ve cezaların, bireylerin davranışlarını nasıl şekillendirdiğini test etmek için deneyler yapmıştır. Bu deneyler, bugün psikoloji literatüründe oldukça ünlüdür.
________________________________________
Aaron Beck: Bilişsel Davranışçı Terapi
Aaron Beck, bilişsel davranışçı terapinin (BDT) kurucusudur. Beck, insanların olumsuz düşüncelerinin, onların duygusal durumları ve davranışlarını nasıl etkilediğini araştırmış ve bu düşüncelerin psikolojik bozuklukları tetikleyebileceğini öne sürmüştür.
Beck’e Göre Psikolojik Bozukluklar
Beck, depresyon, anksiyete ve diğer ruhsal hastalıkların çoğunun, bireylerin kendileri, dünyaları ve gelecekleriyle ilgili olumsuz düşüncelerine dayandığını savunmuştur. Örneğin, “Ben değersizim” ya da “Geçmişteki hatalarım geleceğimi mahvedecek” gibi düşünceler, kişilerin psikolojik sağlıklarını bozabilir.
Bilişsel Davranışçı Terapi
Beck’in terapi yaklaşımı, kişinin olumsuz düşüncelerini fark etmesini ve bunları daha gerçekçi bir şekilde değerlendirmesini amaçlar. Terapist, danışanın yanlış düşüncelerini sorgular ve daha olumlu düşünme yolları önerir. Bu terapi yöntemi, genellikle depresyon, anksiyete ve stresle başa çıkma konusunda oldukça etkili olmuştur.
Beck’in Hayatından İlginç Bir Anı
Aaron Beck, ilk başta psikolojiye ilgi duymamış, fakat bir arkadaşının önerisiyle psikoloji okumaya başlamıştır. Ancak, ilk yıllarında oldukça zorlanmış ve bir dönem, sadece insanların düşüncelerini anlamanın çok zor olduğunu düşünmüştür. Ancak yıllar içinde, bunun ne kadar önemli olduğunu fark etmiş ve bu düşünceler üzerine birçok araştırma yapmıştır.
________________________________________
Hangi Terapi Metodu Bana Daha Uygun?
Eğer şu durumları hissediyorsanız, aşağıdaki terapi yöntemlerinden birisi size daha uygun olabilir:
• Eğer duygusal zorluklarınızın ardında bilinçdışındaki bastırılmış duygular veya travmalar olduğunu düşünüyorsanız, psikanaliz veya Jungian terapi sizin için faydalı olabilir. Bu terapiler, bilinçdışındaki engelleri keşfetmek ve bunları çözmek üzerine çalışır.
• Eğer davranışsal alışkanlıklarınız veya çevresel faktörlerin psikolojik sağlığınız üzerindeki etkisini fark ediyorsanız, davranışçı terapi (Skinner) sizin için uygun olabilir. Bu terapi, davranışları değiştirmeyi ve yeni, sağlıklı alışkanlıklar geliştirmeyi amaçlar.
• Eğer olumsuz düşüncelerinizin sizi zorladığını ve bu düşüncelerin ruh halinizi etkilediğini düşünüyorsanız, bilişsel davranışçı terapi (Beck) daha etkili olabilir. Bu terapi, olumsuz düşüncelerle başa çıkmayı ve daha sağlıklı düşünme alışkanlıkları geliştirmeyi hedefler.
Her birey farklıdır, bu yüzden farklı terapi yöntemlerinin birleştirildiği yaklaşımlar da oldukça etkili olabilir. Terapistinizi ve yaklaşımınızı doğru seçmek, iyileşme yolunda atılacak en önemli adımlardan biridir.

• Özakkaş, T. (2017). Psikoterapi Tarihi ve Bütüncül Psikoterapi. Psikoterapi Dergisi, 25(2), 1-15.
• Uluhan, E. F. (n.d.). Psikoterapi Kuram ve Yöntemleri. Antalya Psikiyatri Merkezi.
• Psikanalitik Yaklaşım. (n.d.). TÜBİTAK Ansiklopedisi.
• Kişilik Kuramları. (2022). Psikoterapi Enstitüsü.
• Bilişsel Davranışçı Terapi ve Yeni Kuşak Bilişsel Terapiler. (n.d.). FSM Vakıf Üniversitesi.
• Psikoterapinin Tarihi. (n.d.). Vikipedi.

Toplumsal Değişimlere Psikolojik Perspektiften Bakış

Psikolog Berkant Uslu | 07 Oca 2025, 16:08

Son dönemde yaşanan gelişmeler toplumsal bir değişim ihtimallerini de gündeme getirdi. Bu durum kimi topluluklar tarafından heyecanla karşılanırken kimi topluluklarca da kaygı ile karşılanıyor. Bu yazımızda yaşanan bu gelişmelerin siyasi bir bakış açısından uzak tamamen psikoloji biliminin gerekliliklerine göre inceleyeceğiz. Bu değişimlerin, bireylerin ve toplumun psikolojik yapısı üzerinde derin etkiler yaratması muhtemeldir. Toplumsal değişimlerin psikolojik boyutlarını anlamak, bu süreçlerin yönetilmesinde ve olumsuz etkilerin azaltılmasında kritik bir rol oynamaktadır.

Toplumsal Değişim ve Psikolojik Etkileri

Toplumsal değişim, bireylerin ve grupların değer, inanç ve davranışlarının evrimini ifade eder. Bu süreç, bireylerin kimlik algısını, toplumsal aidiyet duygusunu ve genel psikolojik iyilik hallerini etkileyebilir. Değişim, belirsizlik ve stres kaynakları yaratabilirken, aynı zamanda bireylerin uyum sağlama ve büyüme fırsatları da sunar.

Değişime Direncin Psikolojik Boyutları

Bireyler ve gruplar, değişime karşı direnç gösterebilirler. Bu direnç, belirsizlik ve kontrol kaybı hissiyle ilişkilidir ve stres seviyelerini artırabilir. Değişime direnç, bireylerin mevcut durumlarını koruma isteğinden kaynaklanır ve bu durum, psikolojik sözleşme ihlali ve iş tatmini gibi faktörlerle bağlantılıdır.


Toplumsal Değişim ve Sosyal Değerler

Toplumsal değişim, sosyal değerlerin evrimini de beraberinde getirir. Değerlerdeki değişiklikler, bireylerin toplumsal normlara ve beklentilere uyum sağlama biçimlerini etkileyebilir. Bu süreç, bireylerin kimlik algısını ve toplumsal aidiyet duygusunu yeniden şekillendirebilir.


Kültürel ve Sosyal Değişimin Psikolojik Etkileri

Kültürel ve sosyal değişim, bireylerin dünya görüşlerini ve değer yargılarını dönüştürebilir. Bu değişiklikler, bireylerin psikolojik iyilik halleri üzerinde olumlu veya olumsuz etkiler yaratabilir. Özellikle hızlı değişim dönemlerinde, bireyler uyum sağlama zorlukları yaşayabilirler.




Toplumsal değişimlerin psikolojik etkilerini anlamak, bu süreçlerin yönetilmesinde ve olumsuz etkilerin azaltılmasında kritik bir rol oynamaktadır. Bireylerin değişime uyum sağlamalarını desteklemek için psikolojik güçlendirme ve destekleyici politikaların geliştirilmesi önemlidir. Ayrıca, değişim süreçlerinde iletişimin güçlendirilmesi ve belirsizliklerin azaltılması, bireylerin stres seviyelerini düşürebilir ve uyum süreçlerini kolaylaştırabilir.

Ford, J. K. (2009). Değişime Direncin Algılanan Stres Üzerindeki Etkisi. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 243.

Sunar, L. (2014). Türkiye’de Sosyal Bilimlerde Toplumsal Değişim. Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, 29. Sayı, 2014/2, s.83-116.

Yaptırma, O. (2022). Psikoloji Tarihinde Kültürel ve Sosyal Değişimin Etkileri.

Toplumsal Değişim ve Sosyal Değerler. (n.d.).

Tanzanya’dan Türkiye’ye: Psikolojiye Genel Bir Bakış

Berkant Uslu | 25 Ara 2024, 15:57

Bu yazımda bilimsel gerçeklerden ziyade, bir psikolog olarak Tanzanya ve Türkiye'deki psikolojiye bakış açılarını, bu alanlarda yaşanan farklılıkları ve benzerlikleri paylaşmak istiyorum. Öncelikle bilmeyenler için Tanzanya'dan kısaca bahsedeyim: Tanzanya, Afrika kıtasının doğusunda yer alan ve yaklaşık 65 milyon nüfusa sahip bir ülke. Bu ülkede geçirdiğim süre boyunca, ülkenin ticaret merkezi olan Darüsselam’da yaşama fırsatım oldu. Şehre vardığım ilk haftalarda aklıma gelen ilk şey, buranın kültürel olarak Türkiye’nin geçmiş dönemlerine oldukça benzediğiydi. Sokaklar oyun oynayan çocuklarla dolu, mahallelerde insanlar komşularıyla birlikte oturup sohbet ediyor, müzik dinliyor ve hatta dans ediyordu. Burası, çocukluğumda yaşadığım ülkeyi bir şekilde buraya taşımış gibiydi. Burada geçireceğim süre boyunca bundan keyif alacağımı düşündüm.

Fakat tabii ki, psikolojiye bakış açıları, psikoloji biliminin ve psikoterapi hizmetlerinin ülkedeki durumu, hangi psikolojik sorunların daha yaygın olduğu ve hangi tedavi yöntemlerinin başarılı olduğu konusunda araştırma yapmam gerekti. Ancak ilk haftamda gittiğim Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğu’ndaki görevlinin söylediği bir cümle, karşılaşacağım durumu adeta özetler gibiydi: "Burada psikologlara ilgi yok, herkes mutlu."

Peki, bu gerçekten de doğru mu? Türk insanı ve Tanzanya insanı arasında baş etme yöntemleri açısından belirgin farklar olduğu aşikar. Çocuklardan başlayacak olursak; ülkemizde teknoloji her evi adeta esir almış durumda, birçok çocuk erken yaşlarda teknolojiyle tanışıyor. Hatta yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de internet kullanım yaşı 5’e kadar düşmüş durumda. Çocukluk yıllarında internete bağımlı kalmak, gelişimsel bozukluklara, sosyal ilişki becerilerinin gelişememesi, okul uyum bozuklukları ve davranışsal bozukluklar gibi pek çok soruna yol açabiliyor. Bu durumun Tanzanya’da aynı şekilde olduğunu söylemek doğru olmaz. Özellikle kırsal kesimlerde ailelerin ekonomik olanaksızlıklarının yanı sıra kültürel olarak sosyal medya, televizyon ve bilgisayar kullanımından daha çok müzik dinlemek gibi alışkanlıkların öne çıktığını gözlemledim. Doğal alanların fazla olması ve internete olan ilgisizlik, çocukların dışarıda oyun oynama fırsatı bulmalarını sağlıyor. Bu şekilde oyun ihtiyaçlarını karşılayan çocuklar, sosyal beceriler kazanıyor ve problem çözme davranışları geliştiriyorlar.

Ergenlik çağında yaşanan sorunlar ise iki ülkede farklılık gösteriyor. Türkiye’de okul hayatına dair sorunlar genellikle akran zorbalığı, sınav kaygısı ve okul uyum bozuklukları gibi konuları kapsıyor. Ailenin çocuğunun akademik hayatına dair tutumları, sınav kaygısına yol açabiliyor; sosyal iletişim becerilerinin gelişmemesi, ailevi yaşantılar ve başka faktörler ise okul uyum bozukluklarına neden olabiliyor. Farklı kültürlerden gelen öğrencilerin bir arada bulunması ve bir takım yaşantıların da akran zorbalıklarına yol açabildiği bir gerçek. Tanzanya’da ise ergenlik sorunları daha erken yaşta başlayabiliyor. Ailelerin ekonomik sıkıntıları nedeniyle pek çok çocuk okulu bırakmak zorunda kalabiliyor. Ülkedeki yüksek işsizlik oranı, çocukları ve ergenleri işsizler kadrosuna dahil edebiliyor. Kız çocukları genelde başka evlere yardımcı olarak giderken, erkek çocukları ise seyyar satıcılık ya da tarım işleriyle uğraşıyor. Aslında bu durum bölge için olağan hale gelmiş. Çalışabilen ve hayatını idame ettirebilen ergenler, sağlıklı gözle bakılabilir, çünkü hem ailelerine destek olabiliyorlar hem de kendi ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar. Ancak bu grup dışında kalan gençler, yıkıcı sonuçlarla karşılaşabiliyor. Bu sonuçlardan biri, Tanzanya’da alkol ve madde kullanımının kolay erişilebilir olması. Okula gidememiş veya çalışmayan çocuklar, alkol ve madde bağımlılığıyla karşı karşıya kalabiliyor. Bir diğer yıkıcı sonuç ise, bu gençlerin hırsızlık yapma alışkanlığı edinmeleri. Ülkedeki güvenlik sisteminin zayıf olması ve rüşvetçiliğin yaygın olması nedeniyle, bu tür davranışlar cezasız kalabiliyor ve davranışlar pekişiyor. Bu durum, Tanzanya’da yaygın bir şekilde geçerliliğini koruyor. Durumun ciddiyetini anlatmak gerekirse, insanlar sırt çantalarını her zaman önlerinde taşır, cepleri fermuarlı değilse ceplerine hiçbir şey koymamaya özen gösterir. Ayrıca, özellikle kız çocukları, para karşılığında ya da hizmet karşılığında cinsel istismara maruz kalabiliyor.

Yetişkinlik dönemi ise biraz daha farklı. Türkiye’de son yıllarda yaşanan ekonomik sorunlar, birçok kişiyi geçinmekte zorlayabiliyor ve bu da ailevi sorunların artmasına neden olabiliyor. Çevresel faktörler ve başa çıkma becerilerindeki yetersizlik de depresyon gibi sorunlara yol açabiliyor. Uyku sorunları, ilişki problemleri gibi birçok yetişkin sorunları da ortaya çıkabiliyor. Tanzanya’da ise, ergenlik dönemine kıyasla yetişkinlik döneminde daha optimistik bir tablo çizilebilir. Mesleki yaşam düzenli bir şekilde ilerliyor, ülkenin zorlu koşullarına karşı baş etme yöntemleri geliştirilmiş ve sosyal destek ağları (akraba, komşu, arkadaşlar) güçlü bir şekilde var.

Yazımın bu kısmında, konsolosluk görevlisinin söylediği "Burada psikologlara ilgi yok, herkes mutlu." sözlerine atıfta bulunmak istiyorum. Görevimi yaptığım süre boyunca, bazen kendime şu soruyu sordum: Bir psikolog olarak, karşımdakine ne sunuyorum ki? Bizlerin sunduğu hizmetin en önemli görevlerinden biri, karşımızdaki insanı dinlemek, onun sorunlarına çözüm yolları aramak. Evet, çeşitli tekniklerden faydalanıyoruz ve testler kullanıyoruz, ancak ilk hedefimiz, iyi bir ilişki kurarak, karşımızdaki kişinin kendini daha iyi hissetmesine yardımcı olmaktır. Tanzanya’da insanların psikoloğa ihtiyaç duymamalarının sebebi, belki de çok mutlu olmaları değil, ancak onlara koşulsuz şekilde dinleyecek komşuları, akrabaları ve arkadaşları olmasıdır. Peki ya biz? Yaşadığımız apartmanda kaç kişinin adını biliyoruz? Kaç kez evimizin önüne çıkıp onlarla sohbet ettik? Dans ettik?
Sonuç olarak, ülkemiz son yıllarda psikoloji alanında önemli işler çıkarıyor. Birçok başarılı terapist ve akademisyen yetiştirdik. Ben de bu kişilerin arasında yer almayı hayal ediyor, araştırmalarımı ve okumalarımı sürdürmeye devam ediyorum. Ancak bence, önce sosyolojik olarak çözmemiz gereken bazı sorunlar var.

NOT: BU BİLİMSEL BİR ÇALIŞMA DEĞİLDİR. GÖZLEME DAYALI VE YORUM İÇEREN BİR YAZIDIR. BİLİMSEL BİR KAYNAKTAN YARARLANILMAMIŞTIR

İnsanın Uzayda Yaşam Hayali: Psikanalitik Bir Bakış Açısı

Berkant Uslu | 19 Ara 2024, 01:14

İnsanlık, yıllar boyunca uzayla ilgili büyük hayaller kurmuş ve bu hayallerin peşinden gitmek için bilimsel adımlar atmıştır. Neil Armstrong'un aya ilk adımını atması, insanlık tarihindeki önemli dönüm noktalarından biridir. Ancak, bu başarı sadece bir bilimsel gelişme değil, aynı zamanda insanın bilinçaltındaki derin arzuların ve dürtülerin bir dışavurumudur. Uzaya olan ilgimiz, sadece bilimsel merakla değil, psikolojik ve kültürel sebeplerle de şekillenmiştir. İnsanlar, sadece bilimsel keşifler yapmakla kalmamış, aynı zamanda bu yolculukları, bilinçaltı dünyalarının yansımaları olarak da içselleştirmişlerdir. Uzayda yaşam arzusunun, Freud'un psikanalitik teorileriyle açıklanabileceğini söylemek mümkündür. Bu yazıda, Sigmund Freud’un psikanalitik gelişim kuramı, id, ego, süper ego, ödüpus karmaşası ve Freudyen bakış açılarıyla, uzayda yaşama hayalinin derin psikolojik temellerini inceleyeceğiz.

1. Uzay Hayali ve İd, Ego, Süper Ego

Freud’a göre, insan zihni üç ana bileşenden oluşur: id, ego ve süper ego. Bu üç yapısal bileşen, insan davranışlarının ve içsel çatışmalarının temelini oluşturur.

İd: İstek ve Dürtüler
İd, insanın doğuştan sahip olduğu, temel içgüdüsel dürtülerin ve arzuların merkezi olarak tanımlanır. Haz arayışı ve dürtüsel istekler id’in temel özellikleridir. Uzayda yaşam arzusunun id ile ilişkilendirilmesi, bu arzunun sınırsız bir özgürlük ve keşif isteğinden kaynaklanıyor olabileceği anlamına gelir. Uzay, insanların bilinen sınırlarının dışındaki bir dünyadır; burada yeni kurallar, özgürlükler ve keşifler vardır. İd, insanın temel haz ve özgürlük arzusunun bir yansıması olarak uzaya gitme isteğini besler. Dünya, insanları sınırlayan pek çok kısıtlama ve kural ile doludur, ancak uzayda bu sınırlamalar yoktur. İnsan, bu bilinçaltı dürtülerle, yeni bir başlangıç yapmak ve özgürlüğünü bulmak ister.

Ego: Gerçeklik ve Düzen
Ego, id’in dürtülerini denetler ve onları gerçeklikle uyumlu bir şekilde dışa vurur. Ego, bireyin toplumla uyumlu olmasını ve gerçek dünyada işlevsel bir varlık olarak yaşamasını sağlar. Uzayda yaşama hayali, ego tarafından daha gerçekçi bir şekilde şekillendirilmiş olabilir. İnsanlar, dünyadaki sıkıcı ve kısıtlayıcı koşullardan kaçmak, daha geniş bir özgürlük alanı aramak isteyebilirler. Ancak ego, bunun bir fanteziden ibaret olduğunu da bilmektedir; uzayda yaşam, hâlâ bilimsel ve teknolojik sınırlarla doludur. Bu noktada ego, bireyin hayalini belirli bir çerçevede tutar, ancak yine de id’in sınırsızlık ve özgürlük arzusunu kabul eder.

Süper Ego: Ahlak ve Toplumsal Normlar
Süper ego, bireyin içselleştirdiği ahlaki değerler, toplumsal normlar ve etik kurallardan oluşur. Süper ego, kişinin toplumla uyum içinde yaşamasını sağlar ve kendi davranışlarını denetler. Uzayda yaşam, süper egonun, insanlık adına daha "yüce" bir hedef gerçekleştirme arzusunu simgeliyor olabilir. İnsanlık, dünya üzerindeki sorunlardan ve kısıtlamalardan kurtulmak, daha huzurlu ve etik bir yaşam kurmak isteyebilir. Uzay, ideal bir yer olarak görülebilir; burada insanlık, daha ahlaki ve huzurlu bir ortam yaratma şansına sahip olabilir. Süper ego, insanları daha yüksek bir amaca yönlendirir ve bu da uzaya gitme arzusunu besler.

2. Ödüpus Karmaşası ve Uzay Hayali

Freud’un ödüpus karmaşası, çocuğun, anne ve baba figürleriyle kurduğu duygusal bağları ve bu bağların bireyin psikolojik gelişimindeki rolünü açıklar. Freud’a göre, çocuk, anneye karşı bir sevgi beslerken, babayı bir tehdit olarak algılar. Ancak, birey bu içsel çatışmalarını çözerek, yetişkinlik dönemine geçer. Uzayda yaşam arzusunu, ödüpus karmaşası ile ilişkilendirmenin bir yolu, uzayın ebeveyn figürlerinden bağımsız bir alan olarak düşünülmesidir. İnsan, dünyadaki toplumsal düzenin ve normların, ebeveyn figürlerinin denetiminden kaçmak isteyebilir. Uzay, insanın eski dünya düzeninden (toplum, devlet, aile) bağımsız, yeni ve özgür bir alan arayışını simgeliyor olabilir. Bu arzu, ödüpus karmaşasındaki içsel çatışmaların bir yansımasıdır: Birey, eski düzenin ve normların dışında, bağımsız bir yaşam kurmayı hayal eder.

3. Kolektif İnsani Hayaller ve Yüceltilmiş Gerçeklik Arayışı

Freud’un bireysel bilinçaltının yanı sıra, kolektif bilinçaltı kavramı da insan davranışlarını şekillendiren önemli bir faktördür. Kolektif bilinçaltı, toplumlar ve kültürler üzerinde etkili olan ortak temalar ve semboller bütünü olarak tanımlanabilir. Uzayda yaşam hayali, yalnızca bireysel bir arzu değil, aynı zamanda bir kolektif insanlık hayalidir. İnsanlar, tarih boyunca uzayı keşfetmeyi, bilinmeyene adım atmayı ve evrenin sırlarını çözmeyi arzulamışlardır. Uzayda yaşam, insanın yüceltilmiş bir varlık haline gelme arzusunun bir dışavurumudur. İnsan, sınırlı ve geçici bir varlık olmanın ötesine geçerek, evrensel bir varlık olma isteği taşır. Bu, Freud’un insanın evrimsel bir üst aşamaya doğru ilerleme arzusunu simgeliyor olabilir.

4. Kaçış İsteği ve Dünya ile Yüzleşme

Uzay hayali, aynı zamanda bir kaçış arzusunun da yansıması olabilir. Freud’a göre, insanlar içsel çatışmalarını ve bastırılmış duygularını kaçış yolları arayarak çözme eğilimindedir. Dünya, insanların günlük yaşamlarında karşılaştıkları acılar, zorluklar ve sınırlamalarla doludur. Uzay, bu zorluklardan kaçmak ve bilinçaltındaki travmalarla yüzleşmekten kaçmak için bir alan olarak görülebilir. Ancak, uzaya dair bu hayaller aynı zamanda insanın dünyadaki mevcut durumu sorgulamasına ve içsel boşluklarıyla yüzleşmesine de yardımcı olabilir. Uzayda yaşam, kaçmak değil, dünyanın mevcut sorunlarından yeni bir başlangıç yapma arzusunu simgeliyor olabilir.

Sonuç olarak Freud’un psikanalitik kuramı, insanın uzayda yaşam hayalini anlamada önemli bir araç sunmaktadır. Uzaya dair arzu, id’in haz arayışı, ego’nun gerçekçilikle denetimi, süper egonun ahlaki amacına yönelmesi ve ödüpus karmaşasının izleriyle şekillenir. Ayrıca, kolektif bilinçaltı ve kaçış arzusuyla ilişkilendirildiğinde, bu hayal, sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel bir boyut taşır. İnsanlar, uzayda yaşam hayaliyle yalnızca bilimsel keşif değil, aynı zamanda içsel bir özgürlük, arınma ve yüksek bir varlık olma arayışı içindedir. Uzay, sadece bir hedef değil, insanın bilinçaltındaki derin psikolojik gereksinimlerin bir yansımasıdır. Bu nedenle, uzayda yaşam arzusu, insanın bilinçli ve bilinçaltı dünyasının birleşiminden doğan karmaşık bir hayaldir.

Mann, T. (1959). Freud and the Future. Daedalus, 88(2), 374-378.

Price, S. R. (1986). The future of dreams, from Freud to Artemidorus. T. Wilson and Son.

Akbaş, A. (2024). Uzay Yolculuğu ve İnsan Toplumu: Mars Kolonizasyonunun Toplumsal ve Psikolojik Etkileri. Tanım Tenkit Teori, (3), 1-16.

Harp Bitti, Psikolojik Harp Başlıyor: Ülkesine Dönen Suriyeli'leri Psikolojik Açıdan Neler Bekliyor?

Psikolog Berkant Uslu | 15 Ara 2024, 17:10

Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönmeye başlaması, uzun yıllar süren savaşın ardından yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor. Ancak, savaşın fiziksel boyutunun bitmiş olması, geri dönen Suriyelilerin karşılaşacağı psikolojik zorlukları ortadan kaldırmıyor. Ülkelerine dönen Suriyelilerin, yalnızca fiziksel değil, psikolojik bir harbin de içine girecekleri açık bir gerçek. Bu yazıda, geri dönen Suriyelilerin karşılaşabileceği psikolojik zorluklara dair birkaç önemli başlığa değinmek istiyorum.

1. Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB): Savaşın yarattığı travmalar, uzun yıllar boyunca insanların ruhsal sağlığını etkiler. Evini kaybetmiş, ailesini ya da sevdiklerini savaşta yitirmiş, yerinden edilip başka ülkelerde zor şartlar altında yaşamış bir kişinin, yaşadığı travmalarla başa çıkması oldukça zor olabilir. Savaşın izlerini taşıyan birçok kişi, TSSB gibi psikolojik sorunlarla karşılaşabilir. Geri dönen Suriyeliler, savaş sırasında yaşadıkları korku, kayıp ve şiddetin etkisiyle, zihinsel olarak da yeniden inşa edilmeyi gerektirecek bir sürece gireceklerdir.

2. Evlerin ve İşyerlerinin Harabe Halde Olması: Savaşın yıkıcı etkisi, sadece insanların fiziksel sağlığını değil, yaşam alanlarını da yok etmiştir. Geri dönen Suriyeliler, harabe halindeki evlerde ve işyerlerinde yaşamaya zorlanacaklar. Bu durum, geçmişe dair anıları ve aidiyet duygularını tetikleyebilir. Kendi evlerinin yok olmasi, onlara kaybedilen bir kimlik duygusu yaşatabilir. Aynı zamanda, yeniden inşa süreci, maddi ve manevi olarak ağır bir yük getirecektir. Bu tür çevresel değişiklikler, depresyon ve anksiyete gibi sorunlara yol açabilir.

3. Esad Yönetiminin Dönüşüyle İlgili Korkular: Esad yönetiminin geri dönmesi, birçok Suriyeli için aynı zamanda geçmişte yaşadıkları eziyetlerin, işkencelerin ve tutuklamaların yeniden gündeme gelmesi anlamına geliyor. Özellikle, eski rejime karşı çıkan veya isyan hareketlerine katılanların, tutuklanma ve işkenceye maruz kalma korkusu hala devam ediyor. Savaşın fiziksel kısmı bitmiş olsa da, bu tür korkular psikolojik olarak devam edecektir. Bunun yanı sıra, işkenceye uğramış kişilerin travmaları, psikolojik iyileşme sürecini zorlaştıracak ve kaygı düzeylerini artıracaktır.

4. Kültürel Uyum Zorlukları: Göç ettikleri ülkelerde, Suriyeliler farklı kültürel değerlerle karşılaşmış ve yeni bir yaşam biçimi benimsemişlerdir. Ancak, tekrar Suriye'ye döndüklerinde, bu farklı kültürlerle harmanlanmış olan kimlikleriyle, geleneksel ve eski kültürel normlarla uyum sağlamaya çalışacaklardır. Bu durum, kimlik bunalımına ve adaptasyon zorluklarına yol açabilir. Ayrıca, yerel halkın Suriyelilere yönelik önyargı ve yabancılaşma duyguları da bu süreci zorlaştırabilir. Kültürel uyum, sadece dil ve geleneksel farklar değil, psikolojik olarak da önemli bir engel teşkil edebilir.

5. Ekonomik Zorluklar ve Gelecek Korkusu: Suriyeliler, ülkelerine döndüklerinde ekonomik olarak ciddi zorluklarla karşılaşacaklar. Yeniden iş bulmak, geçimlerini sağlamak ve ailelerini desteklemek zor olacak. Bu da büyük bir stres kaynağı oluşturur. Ekonomik belirsizlik, depresyon, anksiyete ve umutsuzluk gibi ruhsal sağlık problemlerine yol açabilir. Ayrıca, geleceğe dair endişe ve belirsizlik, insanların psikolojik dayanıklılıklarını zorlayacaktır.

6. Aile Bağları ve Sosyal Destek Ağı Eksikliği: Göç ettikleri ülkelerde, Suriyeliler bir tür aile ve sosyal destek ağı kurmuş olabilirler. Ancak, ülkelerine döndüklerinde, bu destek ağları bozulmuş olabilir. Aile üyeleri farklı yerlere dağılmış, kaybolmuş ya da ölmüş olabilir. Bu durum, yalnızlık duygusunu artırabilir ve depresyon gibi psikolojik rahatsızlıkların tetikleyicisi olabilir.

• Koşar, S., & Aslan, F. (2020). İLKOKUL VE ORTAOKULA DEVAM EDEN GÖÇMEN ÇOCUKLARIN EĞİTİM SORUNLARINA YÖNELİK OKUL YÖNETİCİLERİNİN GÖRÜŞLERİ. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim (TEKE) Dergisi, 9(4), 1799-1831.
• Çoştu, Y. (2016). Göçmenlerin kimlik arayışı–Avrupalı Türkler örneği. Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9(2), 533-546.
• Başkurt, İ. (2009). Almanya'da Yaşayan Turk Göçmenlerin Kimlik Problemi. HAYEF Journal of Education, 6(2), 81-94.
• Şar, V. (2017). Savaş ve terör yaşantılarında travma sonrası stres. Okmeydanı Tıp Dergisi, 33, 114-120.
• Özen, H., & Cerit, C. (2018). Savaş nedeniyle Türkiye’ye göç ederek insani yardım kuruluşunda çalışan Suriyeli mültecilerde travma sonrası stres bozukluğu ve ilişkili etmenler. Kocaeli Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 4(3), 70-73.
• Binay, H. (2016). Suriye ve Irak'tan gelen savaş mağduru çocuk ve genç mültecilerde travma sonrası stres bozukluğu düzeyi (Master's thesis, Hasan Kalyoncu Üniversitesi).

KORONAVİRÜS ANSKİYETESİ ve COVID-19 KONTROL ALGISININ KİŞİLİK ve KİMİ DEMOGRAFİKLERLE İLİŞKİSİNİN İNCELENMESİ

Uzman Klinik Psikolof Fulya TOY , Psikolog Berkant USLU , Doç. Dr. Sultan OKUMUŞOĞLU3 | 12 Ara 2024, 11:30

"Koronavirüs Kaygısı ve COVID-19 Kontrol Algısının Kişilik ve Kimi Demografiklerle İlişkisinin İncelenmesi" adlı makalemiz, İKSAD yayınlarının "Bireyden Topluma COVID-19 Pandemisi ve Multidisipliner Yaklaşımlar" kitabında 2022 yılında yayınlanmıştır. Pandemi dönemine dair önemli psikolojik dinamikleri ele aldığımız bu çalışmayı sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.

https://iksadyayinevi.com/home/bireyden-topluma-covid-19-pandemisi-ve-multidisipliner-yaklasimlar/
Renova Torbalı Psikolog